Alışverişkoliklere Charlotte Kuralı



Hani bazen deli gibi alışveriş yapmak isteriz. Bir alışveriş merkezine veya eve en yakın çarşıya pazara gidip deli gibi alırız da alırız. İhtiyacımız olanı da alırız, olmayanı da. Peki ya sonra aldıklarımıza ne mi olur? Birçoğu evin bir köşesinde kullanılmadan yıllarca bekler durur. Arada bir yaptığımız genel temizliklerle kullanmadığımız eşyaları sözüm ona ihtiyaç sahiplerine dağıtırız. Güya faydalı insan oluruz. Verdiğimiz insan bizden aldıklarını kullanır mı kullanmaz mı, işine yarar mı yaramaz mı diye düşünmeyiz bile. O anda fazla gibi görünen her şey, gözümüzün önünden kalksın da ne olursa olsundur. Büyük temizliklerin ardından yaşanan kısacık ferahlama dönemini atlatınca "aman allahım, giyecek hiçbir şeyim yok!" paniğiyle hop yeniden alışverişe çıkarız. Ama bu sefer gereksiz hiç birşey almayacağızdır, artık akıllanmışızdır. Bilinçli tüketici olacağız diye kendimize söz vermiş ve gerçekten de ihtiyacımız kadarını almaya başlamışızdır. Fakat insan gezdikçe hep güzel bir şeyler görür, gezmesek bile internette bir tıkla elimizin altındadır her şey. Ama yine de sözümüze sadık kalmalı, aşırıya kaçmamalıyızdır. Bu aşamada bir kereden birşey olmaz mantığı devreye girer. Sonra iki üç derken bir bakmışız alışverişin rengarenk kucağına atlamışızdır yine. Alışveriş yapmak için paraya bile ihtiyacımız yoktur, cüzdanımızdaki can simidimiz, güzelim kredi kartımız bizi kurtarır nasıl olsa. Tıkır tıkır alırken, çatır çatır ödeyecek olan biz değilmişiz gibi yine alırız, alırız, alırız..... Şöyle bir de uzun uzun taksite böldürdük mü ooohhhh! Ödenir gider nasılsa. Bu halimiz taa ki yeni bir bahar temizliğine kadar sürer gider. Ama bir de bakmışız dönüp dolaşıp aynı yere gelmişizdir. Sonuçta yine boş bir cüzdan, gereksiz eşyalarla tıka basa doldurulmuş dolaplar ve çarşaf gibi uzayan kredi kartı ekstresi ile baş başa kalmışızdır. Umutları başka bahara erteleme zamanıdır artık.

Peki nedir irademizi yenemeyişimizin, aliverişsiz duramayışımızı sebebi? Neden satıcıları mutlu edip gereksiz eşyalara saldırırız? Bir gün lazım olur diye mi? Bir daha bunu bulamam, ucuza bulmuşken üç beş tane alayım diye mi? Stres atmak veya alışverişin verdiği o kısacık hazzı tatmak için mi? Sebep her ne olursa olsun birşey almadan önce durup iki saniye düşünmek gerekiyor. Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Eğer alacağım şeyin bir benzeri varsa neden ikincisini alayım öyle değil mi? Hem cüzdan boşalmasın, hem de evim tıkış tıkış olmasın.

Alışveriş çılgınlığı beni de her insan gibi kıskacına alıyor arada sırada. Kendime, evime, eşime yeni bir şeyler alınca çok mutlu oluyorum. Ancak bu mutluluklar sabun köpüğü gibi hemen uçuveriyor. Şu bir gerçek ki ışıl ışıl alışveriş merkezleri ve netteki alışveriş siteleri bizi her zaman cezbedecek. Ama asıl olan dışa değil içimize, kendi kişiliğimize yatırım yapmak ve elimizdekilerle yetinmeyi bilmek sanırım. Mina Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok. Hayat çok kısa." Ne de güzel söylemiş. Önemli olan daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, var olanla yetinebilmeyi başarmak.

Tam da bu konuları araştırırken geçen gün Nil Karaibrahimgil’ in Hürriyet gazetesindeki yazı arşivinde Charlotte Kuralı diye bir şey keşfettim. Hatta bu kural epey ünlü olmuş, muhtemelen okumuşsunuzdur. Ama ben yine de paylaşmak istedim. Alışveriş krizim geldikçe okuyorum çok iyi geliyor. Tavsiye ederim. Bir de bu konuda size tavsiye edebileceğim eğlenceli ve öğretici bir film var; Bir Alışveriş Koliğin Maceraları. Kesinlikle izlemelisiniz. Lafı daha fazla uzatmadan buyurun size Charlotte kuralı:

Charlotte Kuralı

Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki, saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür. Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi de çok varlıklıdır hatta. Ben Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Bu bilgileri almanız, kuralı sorgulamamanız açısından önemli.

Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti. Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri, sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını. Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.

Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde.. Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten lipstick o da... Hayatta bazen, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Sadelik.. Beni şaşırtan şey, modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım, kaçtım, saklandım.

Sahip olduklarımın, yarısından fazlasına ihtiyacım yoktu. Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu. Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok. Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin olmamış olacak.

Anladınız değil mi Charlotte kuralını?

Ben de sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve çok sevdiğim bir sözle bitireyim.

Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.